Mü’min, ilâhî bir imtihan mekânı olan bu dünyada, âdeta mayınlı bir arazide yürüyormuşçasına, adımlarına dikkat etmek zorundadır. Zira Rabbimizin bizden istediği “takvâ hayatı” da bu hassâsiyet ile yaşamayı îcâb ettirir.
Lokman (as) buyurur:
"Ben hikmeti âmâlardan öğrendim. Çünkü onlar değnekleriyle, bastonlarıyla bir yeri yoklamadan adım atmazlar."
Hayatın her safhasında karşılaşılan sayısız günah tuzakları, dikkatli olunmadığı takdirde, kıyâmet günü elde patlayacak birer bomba mesâbesindedir. Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına uygun olup olmadığına bakmadan, helâl mi haram mı olduğu düşünülmeden yapılan her hareket böyledir.
Mü'min, yapacağı her işi, önce ilâhî ölçülerle mizân etmeli, dünyâsına ve ukbâsına faydalıysa yapmalı, aksi hâlde uzak durmalıdır. Helâl olup olmadığını kontrol etmeden, hiçbir gıdâyı ağzına koymamalıdır.
Mevlânâ Hazretleri;
"Köpek bile atılan bir kemiği veya ekmeği koklamadan yemez." buyurur. Demek ki helâl-haram, hayır-şer, hak-bâtıl ayrımı yapmadan, menfaatlerinin peşinde şuursuzca koşmak insanı hayvanlardan da aşağı bir duruma düşüren, derin bir gaflettir.
Yine Mevlânâ Hazretleri;
"Âmâ olan bir kimse bile, noksansız bir Güneş'in doğduğunu harâretinden anlar." buyurarak ilâhî ölçülere karşı alık, abus ve duygusuz kalmanın, en fecî idrâk körlüğü olduğunu ifâde eder. Böyle bir gaflet ve şaşkınlığa ise kalbi ölmüş olanlardan başkası düşmez.
(Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler, Erkam Yay.)